Gelişen teknoloji yüzünden günümüzde, özellikle büyük kesimlerde, her ne kadar çok fazla bisiklete binen çocuk göremesek de (ben pek görmedim) her çocuk için bisikletin ayrı bir anlamı, hikayesi vardır. Özellikle benim yaşıtlarım veya benden büyükler bunu daha iyi anlayabilir. Bugün ben size kendi bisiklet hikayemi anlatmak istiyorum.
Resimde gördüğünüz bisiklet benim ilk bisikletim. Bu bisikletten önce bende derin izler bırakan ve bisiklet dendiğinde Antalya’da yaşadığım olay aklıma gelir. Manavgat’ta sürdüğümüz bir bisiklet vardı. Hatta o bisiklete üç kişi aynı anda biniyorduk. Hatta aracın biri bize neredeyse çarpıyordu. Şoförün şu sözünü hiç unutmuyorum. Şoför bize sinirlendi ve “Bir bisiklete üç kişi binilir mi?” diye bağırıp sinirlenmişti. O bindiğim bisikleti İzmir’e dönerken götürmek istemiştim. Bunda ısrarcı olduğumu da hatırlıyorum. Babam da İzmir’e göndereceğini söylemişti. Ben İzmir’e döndüğümde o bisikleti beklemeye başladım. Babam o bisikleti hiç göndermedi. Yanlış hatırlamıyorsam daha sonradan bisikletin bozulduğuyla ilgili bir şeyler söylenmişti. Aslında burada önemli olan bisikletin neden gönderilmediği değil. Asıl önemli olan, küçük bir çocuğa “Bisikleti göndereceğim” diyerek umut verip bisikleti göndermemek.
Resimdeki çocuğun yüzündeki mutluluğa dikkat edin. Bu mutluluğun kaynağı, babasının söz verdiği ama göndermediği, bisiklet yolu bekleyen çocuğunu sevindiren annesidir. Belki de hayatımda aldığım en güzel hediyedir bu. Çünkü bir anlamı ve sonu mutlu biten bir hikayesi var. Hatta bu bisikleti çift teker sürebilmeyi bilmiyordum. Yan komşumuzun oğlunun bisikleti çok küçüktü ama iki tekerdi. Önce o bisiklette, kapımızın önünde bisikletin sığacağı kadar olan küçük alanda sürekli düşe kalka öğrendim. Sonra kendi bisikletime binebildim.
Sadece düşünün. Aradan yıllar geçtikten sonra babanızla görüşüyorsunuz ve sonraki eşinden olan çocuklarının bisikletinin olduğunu görüyorsunuz ve hatta bisikletle ilgili size bir iki şey anlatılıyor. Siz böyle bir durumda ne yapardınız? Ne düşünürdünüz?… O anlatırken yüzünde, yaptığı hatayla ilgili herhangi bir utanç ifadesi de yoktu. Gayet normal bir şekilde anlatıyordu. Sanki ben böyle bir olayı hiç yaşamamışım, o da böyle bir şeyi hiç yapmamış gibi. İşte o an karşınızdaki kişinin gözünde, aslında ne kadar değersiz olduğunuzu görüyorsunuz. Anneme, benim için yaptıklarından dolayı ona ne kadar teşekkür etsem azdır. İyi ki varsın annelerin gülü.
Benim bisiklet hikayem böyle. Peki ya sizinki nasıl?
Comments of this post
e-vren ;)
21 Nisan 2015
Çok duygulandım yazıyı okurken. Buna benzer bir fotoğrafı da yeğenimin kırmızı bisikletiyle ilgili blogumdaki yazıda kullanmıştım. Bisikletin bir çocuk kadar masum olduğunu düşünüyorum. Babanız tarafından ‘kandırılmanız’ çok acı olmuş, bunu anlamak gerçekten zor. Benim ilk ve tek bisikletim ilkokul çağındaki bmx marka bisikletimdi. bisiklet sürmeyi sokakta öğrenememiştim de evin çatısında öğrenebilmiştim, garip. Uzun yıllardır bisikletim olmadı; şu sıralar evden metrobüse gidip gelmek işin bir tane almayı düşünüyorum 😉
P_Buyukarslan
21 Nisan 2015
Bu içten yorumun için teşekkür ederim. Yazının içerisinde olayın devamını anlatmamıştım. Onu da yeri gelmişken kısaca anlatayım.
Ben İzmir'e döndükten sonra hangi kargoyla göndereceğini bize telefonla bildirecekti. Bizim evde telefon olmadığı için 1 hafta dedemin evine her gün gidip birkaç saat onun aramasını bekledim. Aramadı. Hatta ben o bisikleti beklerken anneme “O şimdi kesin orada içki içiyordur.” demiştim. Çünkü o zamanlar en iyi yaptığı şey içmekti. Benim 5-6 yaşlarımdan aklımda kalan şeyler bunlar işte.
5-6 yaşındaki bir çocuğun ne gibi büyük istekleri olabilir ki? Bisiklet oyuncak araba vs. Bunları bile yapamayan adamlar (maddi durumu olmayanları kastetmiyorum, keyfi olarak yapmayanları kastediyorum) “Baba” sıfatını hak etmiyorlar.
Bisikleti hem sağlık/spor açısından hem de yaşam tarzı olarak hayatımıza sokmamız gerektiğini düşünüyorum. Ben de sizin gibi 1 tane edinmeyi düşünüyorum. 🙂